Babalar ve oğullar
Bu yazının konusu her ne kadar baba ve evlat üzerine isede, baba evlat ilişkini masaya yatırırken daha çok baba-oğul ilişkisine bilinçli olarak eğilerek kaleme almak istiyorum. Çünkü babalar ve oğullar toplumsal yaşamın içinde her ne kadar görünür bir konu gibi dursada, üstünde çok ciddi manada konuşulmuyor ya da bilince çıkarılmıyor kanaatindeyim.
İnsanoğlunun babasını ya da evladını seçme hakkı yoktur, değişmeyen akrabalık bağı olarak bu ilişkiler, zaman zaman kendi içinde bir çatışmayı barındırırken, zaman zamanda üstüne yoğun düşünüldüğünde bireyin yaşantısının gelişiminde çok önemli bir etkisi olmaktadır. Babalar genellikle ata erkil tüm toplumlarda otoritenin, iktidarın ve gücün sembolü olarak tanımlanır. Özünde insani bir yanıyla yaşanılan bu ilişkiler toplumsal yapının getirdiği bir düzenle roller paylaşımı içinde ilişkilerde farklı bir yapıya dönüşmektedir. İnsanlar dünyaya geldiklerinde cinsiyetlerinide seçme şansına sahip olmadıkları için, sahip oldukları cinsin kimliğini, rolünü ve görevlerini toplumsal yapı içinde üstlenmek zorunda kalırlar. Bu kimliği ve rolleri yeri geldiğinde toplumsal kültür belirlerken, yeri geldiğinde de kişinin kendi bireysel donanımıda belirlemede etkili rol oynar.
Batı toplumlarının modern yaşamı ele alındığında özellikle baba ve oğul ilişkisine ayrı bir parantez açarak mercek tuttuğumuzda, erkek kimliğinin toplumsal yapı içinde sıkıştırılmış ve baskı altına alındığını görebiliriz. Özellikle burada yaşanılamayan ilişkilerden bahsedebiliriz. Erkek egemen toplumlarda erkeklerin duygularını bastırmaları için farklı uyarılar aldıklarına şahit oluyoruz: ²erkek adam ağlamaz²,
²erkek adamın erkek evladı olur², ²erkek adam karı gibi oynamaz² vs. Bu tür önyargılı değerler dünyasında yetişen erkeğin kendi duygusal dünyasını geliştirmesi ya da duygularının açığa çıkmasına vesile olacak farkındalığa sahip olabilmesi aslında kolay bir süreç değildir.
Son elli yıldır amerikan sinemasının animasyon fililerini incelediğimizde, bu filimlerin %95 nin ana konusu yaşanamayan baba-oğul ilişkisi üzerindir. Kahramanlar genellikle bir erkek evlat ve bir babadır. Bunun böyle olması tesadüf değildir. Kapitalist üretim ilişkilerinde yaşanılamayan duyguları bu filimler aracılığıyla beyaz perdeye yansıtan amerikan sineması, baba-oğul ilişkisinin eksik kalan kısmını gidermeye çalışırken, bir yandan da bu ilişkilerin toplumsal düzeyde yaşanılmasının olumsuzluklarının ve koşullarının yaratılamamasının sebebinden dolayı da erkeklerin bu arzu ettikleri ilişki biçimini kendi iç dünyalarında yaşamalarına ve orada bırakılmasına sebeb olmaktadır.
Özelliklede son elli yıldır giderek artan boşanma oranlarıyla beraber, evlatların çoğunlukla annelere verilmeleri ve babaların yasal mevzuat kısmında evlatlarıyla beraber mağdur edilmeleri, bu ilişkilerin yaşanılmamasına da ayrı bir katkıda bulunmaktadır. Bunun dışında bazı babaların ²firar² etmelerinden dolayı ve yaşantılarını sorumsuz ve tek başına sürdürmeleri, yaşanılması gereken baba-evlat ilişkisinide mümkün kılmamaktadır. Özelliklede ‘sorumsuz’ diye niteleyebileceğimiz bu erkekler aslında çok şeyleri kaçırmaktalar. Ama maalesef bunun farkına ya geç varmaktalar ya da hiç bir zaman bu farkındılığı yakalayamadan bu dünyadan göçüp gitmektedirler.
Özünde insana ait olan erkek kimliği kadının kimliğinden bağımsız değildir. Feminist hareketin erkek egemen anlayışa getirdiği eleştiriler doğru olsada, bunun doğrudan ‘erkek’ olmakla alakası yoktur. Yaşanan sorun daha çok yaratılan erkek egemen sistemin kendisindedir. Kadın kimliğinin yaşadığı mağduriyete empati yapan erkekleri dahi düşmanca gören feminist anlayışa sahip kadınların geçmişinde çok ciddi manada bir ²baba²sıkıntısı ya da ²babayla çatışması² olduklarına inanıyorum.
Terapiye gelen nice babaların evlatları için çırpındıklarına şahit olmuşumdur, onların da yaptıkları hataların ve yanlışların bedelini ödediklerini görüyorum. Ağlamanın zayıflık olduğunu öğretmişler, duygularını göstermenin aciziyet olduğuna inandırmışlar, en çok da annelerinden öğrenmişler bunları. Halbuki evlatlarına karşı o kadar saf o kadar masumane duygulara sahiplerki, bir türlü bunları dile getirmeyi becerememelerinden dolayı ızdırap çekmektedirler.
Sulu gözlü olmayan en sert baba dahi Çağan Irmak’ın ‘Babam ve oğlum’ filmini izlerken gözyaşına boğulmuş ise, burada bir şeyleri sadece erkeklerin değil, toplumun yanlış yaptığını görmek zorundayız. Bir savaş çıktığında erkekler kahramanlık türküleri söylerken, kadınlar ağıtlar yakıyor ise, burada durup düşünmek lazım. En çokta erkeklerin oturup düşünmesi lazım.
Oğulların hikayesi babalarının hikayelerinden farklı değildir, tamda hayatın ortasından geçer. Babalarımız içinde büyüdüğümüz aile model içinde bizlere bir ilişki sunarlar, sunulan ilişkiye göre kim olduğumuzu, nerede durduğumuzu, meselelere nasıl yaklaşmamız gerektiğini tayin ederler. Statüko sahibi babanın oğulları ilerici olabilir, büyük ilerici babalardan inancı olmayan gerici evlatlarda olabilir. Özelliklede ergenlik çağında babanın varlığı ayrı bir anlam taşımaktadır. Bazı babalar evlatlarının ruhunda öyle derin bir yara açarlarki, onu kendi varlığıyla o kadar ezerler ki, bu evlat bir türlü büyüyemez, erişkin yaşama adımını atamaz, ömür boyu ergen kalırlar. Sürekli babanın onayını beklercesine yaşayan bu erkekler hayatı kıyısından yaşarlar, babanın içinde bıraktığı ezikliği hayatın diğer alanlarında karşılaştıkları otoritede yaşamaya devam ederler. Bazı babalar oğullarının hayatlarına kuvvetli bir gölge gibi düşerler ki, bu oğullar ayrışmayı ve bağımsızlaşmayı bir türlü başaramazlar. Evlat evde sevgi ve şefkatin kaynağı olarak anneyi yaşarken, babayı da emniyetin ve adaletin temsilcisi olarak görmek ister. Soğuk ve mesafeli babalar, çocuk ruhunun önemli gıdası olan şefkat ve sevgiyi oğullarından esirger ve onları hayat boyu telâfi etmekte zorlanacakları bir yokluğa mahkûm ederler. Bazı evlatlar erişkin yaşantılarında babalarının onayını almadan karar alamazlar. Bazende baba fiziksel olarak vardır, ama ruhen yoktur. Babasız büyümek bazılarında iç dünyalarında bitmek tükenmek bilmeyen bir gurbetlik hali yaratır. Kimi babalar vardır kendilerine sevdalıdırlar, böyle bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelmek çileli bir hayat demektir. Bu babalar kendi bıraktıkları yarım kalmış projelerinin, düşlerinin oğulları tarafından tamamlanmasını arzu ederler. Bu babalardan bazıları hayal kırıklığına uğradıklarında onlara küsebilir ve bazende bir ömür boyu küs kalırlar. Ama kendi hrıslarından arınmış, kendini bilmenin hallerini özümsemiş babalar oğullarıyla farklı bir ilişki kurarlar, onlarla daha insani bir boyutta iletişim içinde yaşayarak, onların varlıklarına saygı duyarlar. Onların yaşantıları için verdikleri önemli kararlarda her ne olursa olsun arkalarında dururlar ve bir refkatçi gibi eşlik ederler.
Sözün özü her baba evladını tanır ve bilir, bundan dolayı onun evlatları için söyledikleri çoğunlukla doğru çıkar. Her evlatda babasını bilir ve zaman geçtikce onu ne kadar iyi tanıdığını daha da anlar. Birbirlerini tanıyanlar olarak neyin iyi olacağını neyin iyi olmayacağına dair birbirlerine daha fazla kulak vermelidirler.