Çocuklarda ve gençlerde göç süreci


Göç ya da sürgün, hem yetişkinlerde hem de çocuklarda olumlu ve olumsuz etkileriyle iz bırakan bir süreçtir. Özellikle sürgün durumunu yaşayan yetişkin mültecilerde, geride bırakılan ülke ve sevdikleri insanlar ilk yıllarda ‘ayrılık travması’ diyebileceğimiz bir olgu olarak yaşanırken, yeni geldikleri ülkeye uyum sağlama süreci biraz gecikmeli olarak ağır işleyebilmektedir. Yine dikkatimizi çeken bir diğer durum olarak, bu insanların bir çoğunun göçün ya da sürgünün ilk beş yılı içersinde gördükleri rüyalarında yeni yerleştikleri ülkeyi değil, geride bıraktıkları ülkeyi görmeleri, duygu durumu açısından hala günlük hayatta orada olduklarını göstermektedir. Diğer yandan ayrılarak terk edilen ülkeye ve kültüre konulan mesafe ile birlikte, yeni bir sosyalleşme ve öğrenme süreci kendisini yaşamasal bir tecrübe olarak sunmaktadır. Araya giren mesafe aynı zamanda olumlu manada bir farkındalık kazanma süreci olarak yaşanabilmektedir.

Bu sürecin anne ve babalarıyla yaşayan çocuklar ya da ergenlik çağında gelenler açısından daha farklı bir seyir izlediğini söylebiliriz. Özellikle mülteci kampında başlayan göç sürecinde çocukların günlük hayata daha çabuk adapte olduğunu, hemen okula yazılmaları ve geldikleri ülkenin dilini daha hızlı ve çabuk öğrendiklerini görmekteyiz. Çocuk yaşta gelenlerin ergenlik çağında gelenlere oranla içinde bulundukları yaşa göre daha şanslı olduklarını söyleyebiliriz. Yine burada unutmadan her çocuğun ruhsal yapısının, bedensel donanımının ve anne/bablarının alt yapılarının da süreci belirleyen faktörler olduğunu vurgulamamız gerekir. Yani göç sürecinda sunulan koşullar herkes için aynı olsa bile sonuçları aynı olmayabiliyor. Çocuklarına iyi bir rol model olabilen anne ve babalar yaşamın bu kritik evresinde özellikle ergenlik çağında olanlar için bir kazanıma dönüşebiliyorlar. Her bireyin kendi özel hikayesine göre göçün sonuçları da değişebiliyor.

Kimlik arayışı süreci
Ergenlik çağının en önemli ayaklarından biri de ‘kimlik arayışı’ dediğimiz süreçtir. Bu süreci her genç daha çok cinsel kimlik üzerinden yaşarken, göçmen gençlerde bu dönem de buna bir de kültürel aidiyet kimliği eklenmektedir. Etnik, dini ya da bölgecilik üzerine kurulu olan bu kültürel ayak genç göçmenlerde ya da mültecilerde daha karmaşık/kompleks yaşanabilmektedir. Uyumsuzluk sendromu (Anpassungsstörung) durumu gençlerde depersif haller, korku bozuklukları, kabuslar ya da agresif duyguların dışa vurumu şeklinde ortaya çıkabilir. Bazılarında dikkat bozukluğu, bazılarında içe kapanma gibi durumlar görülürken, bazen de aşırı dışarıya düşkünlük olarak kendini gösterebilir. Okul hayatlarına olumsuz yansıması olarak; notların düşmesi, okulu sevmemeleri, meslek seçiminde kararsız kalmaları ve oyalanarak sürecin alehlerine işlemesine sebep olabilmektedirler.
Gençlerle ilgili kaleme aldığım bu yazıyı meselenin sadece patolojik yanlarıyla anlatılmasını ve anlaşılmasını istemiyorum. Bu ülkenin geleceği olan bu gençlerin kazanımlarına değinmeden geçemeyeceğim.



Yaşanılan sadece ‘kimlik krizi’ mi?Kimlik arayışı içinde bulunan bu gençleri ‘gerilim hattında dans eden cambazlarada’ benzetebiliriz. Bu gerilim hattında kalmak daha fazla strest yaşamaktan başka bir şey değildir. Göçmen gençler bir yandan içinden geldikleri aile ve ülkenin örf ve adetlerine uygun yaşamaları konusunda eğitilirlerken, diğer yandan da okuluna gittikleri yerli toplumun kamusal sahasında sosyalizasyonu yaşamaktadırlar. Geldikleri toplum onlara ‘kollektif kımliği’ dayatırken, yeni geldikleri toplumun doktirini olan ‘bireysellik/ birey olma’ yolunda da bir şeyler almaktadırlar. Bu iki farklı toplumsal değerler arasında sıkışan ya da kalan gençler çok çatışmalı ve bol çelişkili bir ortamda büyüdüklerinde yönlerini bulmakta zorlanabilmektedirler. Temel çözüm sistemi temsil edenlerin birbirleriyle diyaloğa geçmeleridir. Diyalog üzerinden önyargıların kırılmasını sağlamaları ve birbirlerini daha iyi anlayan yapıya dönüşmeleri gençler üzerinde daha olumlu ve yapıcı bir etki bırakmaktadır.

Göç sürecinde oluşan 3 grup
Göçmen gençlerle ilgili olarak gözlemleyebildiğim üç ayrı gruptan bahsetmek istiyorum.
Birinci grup, kısa zaman içinde yerli kültürün bütün verdiklerini benimseyerek aslını inkara kadar giden asimile olamaya yatkın, geldiği kültürün ya da kimliğin her şeyini redd etmeye kadar giden bir tutum benimseyenlerden oluşur. Almanca ‘überangepasst’ diyeceğimiz bu grup başarılı olmanın tek yolunun gelinen ülkeye ait her şeyi yücelterek, ‘Almandan daha Alman olma’ derdine düşenlerdir diyebiliriz.
İkinci grup, yerleşilen ülkeye ait her şeyi reddeden ve terk ettikleri ülkeye ait kimliği yücelten ve tüm aidiyatını oraya yönelik tanımlayarak kabul edilme tutumunu benimseyenlerdir. Geldikleri bu yeni ülkede kabul edilmediklerini ve sürekli ötekileştirildikleri vurgusu/söylemi üzerinden yerlerini tarif etmeye çalışırlar. Yapılan ya da yaşanılan haksızlıklara öfkeyle karşılık vererek kızgınlıklarının anlaşılmasını isterler. Bu ikinci grubu öfkeli/kızgın grup olarak tanımlarsak yanlış olmaz kanaatindeyim. Yerli medya ve siyasetin malzemesi olarak en çok işlevsel olan bu ikinci grup, temsili olarak % 20’ye zor tekabül etmektedir. Özellikle göçmenlerin uyumsuzluğunu bu grup üzerinden anlatmaya çalışan sağ eğilimli muhafazakar İsviçre siyaseti, son dönemlerde buna bir de islamofobi özellikleri de ekleyerek daha katı bir göçmen politikasının zeminini yaratma derdindedirler.

Temsili olarak göçmen gençleri en geniş anlamda kapsayan bir üçüncü grup vardır ki, bu grup yerli toplum ve siyaset tarafından görülmek istenmemektedir adeta. Bu grup hem oradan hem de buradan bir şeyler alarak kimliğini bulan ve yaşayanlar olarak önemli başarılara vesile olmaktadırlar. Çok dilliliği temsil eden etnik aidiyeti çok yönlü yaşayarak ‘hibrit’ bir işlevselliği olan bu geniş kesim, uyumluluğun karşılıklı kabulden geçeceğini vurgulayarak yeni bir toplumun yaratılmasının temellerini de atmaktadır. Yeni bir siyasi diskursa (söyleme) vesile olan bu geniş kesim, ileriki dönemlerde İsviçre’deki göçmenler politikasına da yeni bir anlayış ve yön vereceklerdir. Çok kültürlü, çok inançlı ve çok dilli bu yeni yapılanma, geldiği toplum içinde zamanla eriyecektir. Ancak unutulmamalıdır ki, bu erime sürecinde aynı zamanda yerli toplumu da etkileyerek değişime zorlayacaktır. Çeşitliliğin daha çok kabul gördüğü bir topluma doğru ilerleyecektir.